hesabın var mı? giriş yap

  • efendim bu "damacana" dünya dillerini dolaşıp türkçe'ye gelene kadar evrile çevrile bihal olmuştur.

    ilk olarak, türkçe'ye fransızca'dan geçmemiştir. seslerin en çok benzeştiği dil olarak italyanca düşünülebilir. kelime türkçeye belki de denizcilerin kullandığı diğer terimlerle birlikte italyanca "damigiana"dan geçmiştir. (acaba?)

    gelelim sözcüğün italya macerasına: damigiana teriminin italyanca'ya fransızca "dame jeanne"dan geçtiği doğru olabilir. fakat jeanne hanımefendi, şarabı aşırı büyük şişelerde tüketmeyi seven irice bir güney fransız kadını değil, yine başka bir dilden fransızca'ya aktarılan bir sözcüğü kolay söyleme amacıyla ses benzeşmesi yöntemi ile üretilmiş hayali bir karakterdir. nitekim fransızca'daki jeanne, ingilizce konuşulan ülkelerde cinsiyet değiştirip boyunu kısaltmış ve "demijohn" haline gelmiştir. ingilizce ve fransızca, damacana'nın kökeninde aynı dilden etkilenmiştir.

    o dil de arapçadır. arapça "damacana" olarak kullanılan bu sözcük türkçe'ye doğrudan arapça'dan geçmiş olabilir. fakat damacana'nın anavatanı arabistan da değil, pers ülkesinde yer alan ve cam işleri ile ünlü olan (tahminen ilk damacananın yapıldığı) "damaghan" kentidir. kısacası etimolojik etkilenme bu kez batıdan doğuya değil, doğudan batıya doğru yönelmiştir. sözcüğün batıya gittikçe ses bozulmasına uğramış olması da bunu açıkça göstermektedir zaten.

  • akıllara karpuz kabuğu da düşürmek istemiyorum ama korkarım bir 10 kasım günü ölecek.

    hani eylülde mevta olsa bile onu kasıma tamamlayacaklar gibi. ölümünden sonra bile o ayrıştırma işi sürecek.

    kendisi samsun'a çıktığını bile iddia etti. ray döşeme olayını cumhuriyetin ilk yıllarıyla kıyaslıyor. öyle bir haset içinde. 10 kasımda ölerek bize son geyiğini yapabilir.

  • önsöz: okuyacağınız entry bir deney safhasını anlatmaktadır, deney sonucunda hipotez reddedilmiştir. sonuçlar gerçek değildir ama dünyada yaşayan her canlıya saygı göstermemiz açısından düşündürücü ve bilgilendiricidir.

    büyüklerimiz hep bize çiçeklerinle konuş, onları sev derdi. pek inanmasam da onlarla ara ara konuşurdum. lakin okuduğum şu yazı beni hayrete düşürdü. paylaşmaktan büyük mutluluk duyarım.

    "amerikalı yalan makinesi uzmanı cleve backster'ın işi dünyanın her yanından gelen polislere ve görevlilere poligraf denen bu aygıtın kullanılmasını ve inceliklerini öğretmekti. 1966 yılında yoğun bir çalışma gününün sonunda backster odasında otururken yalan makinesinin elektrodlarını "deve tabanı" bitkisinin yaprağına bağladı. backster'in amacı bitkiye su verildiğinde yapraklarda bir tepkinin olup olmayacağını öğrenmekti. saksıya biraz su döktü, bir süre bekledi ama bitkide değişikliği gösteren hareketi poligraf cihazında saptayamadı.

    galvanometre yalan makinesinin bir parçasıdır. insanda galvanometre göstergesini sıçratacak denli güçlü bir tepki elde etmenin en etkin yolu, onun yaşamını tehdit etmektir. backster de bu düşünceden yola çıkarak vahşi bir saldırı yapmaya karar verdi. elektrodların bağlı olduğu yaprağı yakacaktı. kafasında yakma düşüncesini canlandırmasıyla birlikte yazıcı uçta bir hareket oldu. backster yerinden kıpırdamamıştı. peki ne olmuştu da yazıcının ucu hareket etmişti? acaba bitki aklından geçenleri mi okumuştu?

    kibrit almak için odadan dışarı çıkıp geri döndüğünde, grafik kağıdının üzerinde yeni ve ani bir dalgalanmanın kaydedildiğini gördü. daha sonra yaprağı yakacakmış gibi hamle yaptığında hiçbir tepki görmedi. acaba bitki gerçek ve yapmacık amaçları ayırt edebiliyor muydu?

    gördükleri bir rastlantı mıydı yoksa gerçek miydi? bu olay sayısız deneylerin başlangıcı olmuştu. benzeri deneyler, farklı poligraf aygıtlarıyla, otuza yakın bitki üzerinde farklı kişilerle yapıldı. hepsinde de benzer gelişmeler gösteren bu deneyler, yaşama başka bir bakış açısıyla bakması gerektiğini söylüyordu.

    bir süre sonra bitkilerin bellekleri olup olmadığını düşünmeye başladı ve bu yönde bir deney hazırladı. backster'in öğrencilerinden altısı, yapılacak deney için gönüllü oldular. bir odaya iki saksı çiçek ve bir kura torbası konuldu. denekler teker teker odaya girecekler ve ne yapacaklarını, çektikleri kurada öğreneceklerdi. kağıtlardan birinde, odada bulunan bitkilerden birini kökünden sökmek, ayağının altına alıp çiğnemek ve tümüyle öldürmek biçiminde bir talimat yazılıydı. cinayet tümüyle gizli işlenecekti. yani ne backster ne de öteki öğrenciler suçlunun kim olduğunu bilmeyeceklerdi. bunu yalnızca odada bulunan ikinci bitki bilecekti.

    deney tamamlandı. önce backster ve sonra teker teker deneye katılan öğrenciler içeri girdiler. öteki beş öğrenciye hiç tepki vermeyen bitki, gerçek suçlunun her yanına yaklaşışında, yazıcının ibresini çılgın gibi oynatıyordu. demek ki bitkilerin duyguları algılama ötesinde, geçmişi de anımsayan bellekleri vardı."

    ben inanıyorum ki eski insanlar böyle deneyler yapmadan da bitkilerin onları duyduğunu ve anladığını biliyorlardı. yoksa amerikan yerlileri niçin ihtiyaç duydukça ormana gidip, kollarını iki yana açıp, sırtlarını çam ağaçlarına yaslayıp , ağacın enerjisiyle kendi güçlerini tazelesinler? ya da neden solomon adasındaki yerliler kesmek istedikleri ağaçları balta ile kesmek yerine etrafında halka olup kötü sözler söyleyip, lanet etsinler? bu yöntemle bir kaç güne kalmadan ağacın yaprakları dökülür, ağaç kuruyup gidermiş. ya da neden anneannemin en sevdiği çiçeği her gün daha bir aşkla şevkle açıyor, odanın ortasında prenses gibi kasılıyor?

    ama benim esas derdim bitkilerin bunu hissetmesinden ziyade biz insanoğlunun yaşadıklarımız karşısında neler hissettiğimiz. insan haricindeki canlılar bile bu tür durumlardan ciddi manada etkileniyorsa biz ne durumdayız kim bilir?

    edit: işbu entry başkent üniversitesi kültür yayınları dergisi 2004 eylül sayısından aktarılmıştır. bu deney bilimsel metodlara uygun yapılmamış, üstelik sürekliliği de yokmuş yani tekrarlanınca farklı bulgular elde edilmiş. dolayısıyla hipotez reddedilmiş. kaynaklar için şöyle;

    [http://www.skepdic.com/plants.html http://www.skepdic.com/plants.html]

    [http://sniggle.net/science.php http://sniggle.net/science.php]

    [http://www.vegansoapbox.com/what-about-plants/ http://www.vegansoapbox.com/what-about-plants/]

    [http://www.newyorker.com/…/23/the-intelligent-plant http://www.newyorker.com/…/23/the-intelligent-plant]

    destekleri ve düzeltmeler için, ealtin, lecagot, malmazel nickli arkadaşlara teşekkür ederim.

    bir yanlış anlamaya mahal vermişsem, herkesten özür dilerim.

  • kisisel verilerin onemi ve bu verilerle yapilanlar.

    2 eylul 2017'de abd gazetelerinin hemen hepsinin manseti ayniydi. kredi raporlama kurumu equifax'ten 143 milyon musterinin kisisel bilgileri(ki bunlarin arasinda abd'liler icin kritik oneme sahip sosyal guvenlik numarasi da bulunmaktaydi) sizdirilmisti. bir iki hafta boyunca yer yerinden oynadi, su anda baktigimizda cogu kisi olayi o kadar da onemli gormuyor.

    ulkemizde bir benzeri secim bilgilerinin sizdirilmasiyla olusmustu. su anda baktigimizda sanki baska bir zamanda baska bir yerde olmus gibi geliyor, durumun ciddiyetinde degiliz.

    aktif kullandigim mail adresimi haveibeenpwned sitesinde arattigimda (pishing sitesi degil, guvenilir diye umdugumuz bir site. tabi ki internette mail adresimizi isteyen her yere sorgulayici gozle bakmaliyiz), heroes of newerth, last.fm, linkedin ve zomato sizintilarinda kisisel bilgilerimin bir bolumunun hatta hash halindeki sifrelerimin de sizdirildigini goruyorum. (hash halindaki sifre: belirli bir kriptolama algoritmasi ile gizlenen sifreler. kullanilan algoritmaya gore kirilmasi kolay ya da zor olabiliyor ama asla imkansiz degil!)

    farkinda olmadan sirketlere cok fazla kisisel bilgi veriyoruz, bu verilerin korunma noktasinda ise soru isaretleri var. biraz dusununce zomato'da dolasirken baktiginiz restoranlardan beslenme aliskanliklariniz, gelir durumunuz ve cogunlukla gittiginiz yerlerin cikabilecegini goruyoruz. farkli farkli cok daha fazla sey cikabilir ve bu sadece bir site icin gecerli.

    ihtiyacimiz oldugunda kullandigimiz cep telefonlarimizi her an yanimizda tasiyoruz. cebimizde kocaman bir harita tasimadan gitmek istedigimiz kafeyi bulmamiza yardim ediyor, o anda aklimiza takilan sarkinin sozlerinin tamamina erisebiliyoruz, ilkokulda kendisinden hoslandigimiz kizin cirkinlestigini gorup iyi yirtmisim diyebiliyoruz ama (genelde ama'dan once soylenenler sonra soylenenlerin karsisinda anlamsizdir) bu ucretsiz(?) hizmetlerin karsiliginda mahremiyetimizden ne kadar odun veriyoruz?

    baskalariyla etkilesimimizde saklamak istediklerimizi paylasmamamizi, saklamak istemediklerimizi de paylasma olcumuzu mahremiyet olarak tanimlayabiliriz. anneme soylemek istemedigim bir seyi arkadasima soyleyebilirim, arkadasima soylemek istemedigim bir baska seyi de anneme soyleyebilirim. bu ozgurluge genis cercevede kisaca mahremiyet diyebiliriz.

    facebook, google, youtube gibi siteleri gunluk hayatimizda defalarca kullaniyoruz. bu kullanimlarimizda pek de farkinda olmadan cok buyuk hacimlerde veri uretiyoruz. google'i ogrenmek istediklerimizi aramak icin kullaniyoruz, google ise bu aramalari bireyleri tanimlamak icin kullaniyor. google'da aranilan her sey veritabanlarinda kisilerle ilgili olan profile ekleniyor. bir tek google degil, amazon-facebook-uber-tinder hepsi bunu yapiyor. facebook kullanici profillerine ek olarak begenileri ve postlari ekliyor. cep telefonlarinda acilan konum servisleri sayesinde ne zaman uyuyup ne zaman uyandigimiz, spora gidip gitmedigimiz, o gun belirli bir alandan gecip gecmedigimiz ogrenilebiliyor.

    firmalarin buyuk cogunlugu bunu onayimiz olmadan yapmiyor, kayit olurken okumadan kabul ettigimiz kullanim kosullarinda bu verilerin toplanip islenebilecegi ve ucuncu partilerle paylasilabilecegi geciyor. istedigimize ulasmak icin ozel hayatimizin buyuk bolumunu firmalarla paylasiyoruz, teknolojinin faydalari karsiliginda ozel hayatimizi bu sitelerle paylasiyoruz. ortalama bir internet kullanicisinin kullanim kosullarini okuyup butunuyle anlayabilmesi cok guc, yaptigimiz takasin ayrintilarini pek cogumuz bilmek istese de anlayamiyor. anlayamayacagimiz kullanim politikalarini okumaktansa kutucugu isaretleyip yolumuza devam ediyoruz. hukuki olarak sitelere bilgilerimizi kendi ellerimizle veriyoruz ancak gercekten buna izin veriyoruz diyebilir miyiz? okumadigimiz bir seye "okudum ve kabul ettim" dedigimizde onu kabul etmis sayilmali miyiz?

    saglik durumumuzu veya iliskide oldugumuz kisileri saklamak isteyebiliriz. ancak bunu google'dan ne kadar saklayabiliyoruz? hasta oldugumuzda aklimiza ilk gelen google'da arama yapmak oluyor. ayrica konum servisleri vasitasiyla kimlerle bulustugumuz ortaya cikabiliyor. bu verilerin cogu pazarlama dunyasinda ise yariyor. belirli bir lokasyonda secili zaman araliginda bulunan, 18-30 yas arasinda ve aylik 5000lira ortalama geliri olan bir erkek bireye yeni actigimiz kuaforun reklamini gosterebiliyoruz. (cok benzer kisitlar koyulabiliyor.)

    "benim saklayacagim bir sey yok, neden korkayim ki? istedikleri bilgiyi toplasinlar" diyebiliriz. ote taraftan herkesin baskalarindan saklamak istedigi, eger baskalari ogrenirse basina is acabilecek (iliskinin bozulmasi, isten kovulma, cok sevdigimiz bir arkadasimizin kalbini kirma...) kisisel bilgileri bulunur. veritabanlarinda saklanan bu verilerin ne kadar guvenlikli korundugu ise buyuk bir muamma. sadece belirli algoritmalarin cozumleyebilecegi kompleks sifreleme sistemleriyle korunuyor olabilirler ama ne kadar emin olabiliriz?

    normalde sifreli sekilde tutulmasi ve sistem disina cikmamasi gereken secim bilgilerinin acik sekilde tutuldugu ve sistem disina cikartilabilecegi yasadigimiz sizintida ortaya cikti. ortalama ustu bir kullanici bu bilgileri bilgisayarina indirip istedigi gibi inceleyebildi.

    pek farkinda olmadigimiz tarayici cerezlerimizden veya eklentilerimizden veri toplayip satan ufak tefek yuzlerce sirket var. bu sirketler genellikle bilgilerimizi anonimlestirerek (hangi verinin kime ait oldugunu gizleyerek) sunuyor. bu sirketlerle iletisime gecildiginde test verisi olarak birkac yuz binlik veriye ucretsiz ulasilabiliyor. bu veride 12345 no'lu kullanicinin gezinme gecmisi, sitelerde yaptigi etkinlikler yer alabiliyor. bu veri anonim oldugu surece pek bir sorun teskil etmeyecek gibi, elbette bu verinin anonimligini cozme yontemleri mevcut, o kadar da zor degiller. yuzbinlerce, milyonlarca kisinin gezinme gecmisine gorece olarak kolaylikla ulasabiliyoruz. sevmedigimiz ust komsumuzun metresi oldugunu ogrenebilir, bunu ona karsi kullanabiliriz veya bize terfi vermeyen yoneticimizin kullandigi uyusturuculari koz olarak kullanip yukselmemizi kolaylastirabiliriz. buyuk pencereden bakildiginda devlette kritik bir pozisyonda olan bir politikacinin bilgilerine ulasip o kisiye istedigimiz seyi yaptirabiliriz.

    bu verilerin satilmasi yasal degil ancak satanlara bir sey yapilamiyor. yurt disinda bulunan firmalara yaptirim uygulama gucu ne abd'de ne avrupa birliginde ne de turkiye'de bulunmuyor. verilerimizi istedikleri gibi satip istedikleri gibi at kosturabiliyorlar.

    google, facebook gibi buyuk firmalarin sahip olduklari kaynaklar sayesinde verilerimizi guclu algoritmalar ile saklayip hackerlara onlem aldiklarini dusunebiliriz ancak daha ufak sirketlerin verileri nasil tuttuklarini bilemiyoruz. cok iyi korundugunu dusundugumuz facebook-google'daki verilerimiz bile pazarlama araclarinda bize karsi kullanilirken korunmasiz duran verilerle neler yapilabilir. bu sirketler hayatimiza o kadar girdi ki bu sirketlere bilgi vermeden yasanilan bir hayati yarim olarak dusunebiliriz. veri saglayarak daha rahat yasiyoruz ve mahremiyet gittikce daha onemsiz bir hal aliyor.

    bir yerde bu bilgiler kullanilarak hayatimizi degistirebilecek kararlar verilebilir. cin'de kullanilmasi planlanan sesame credit ( (bkz: #57547278) entrysinde detaylica anlatilmis) internetteki ve sosyal hayattaki davranislarimizi inceleyerek bize bir puan veriyor ve bu puan kurulacak sosyal iliskilerden alinacak krediye, devlette bir ise girilip girilemeyeceginden cocuklarin yakindaki devlet okuluna kaydettirilip kaydettirilemeyecegine kadar hayati etkiliyor. puanlamadaki en ilginc etkenlerden biri buyuklerimizi ziyaret edip etmedigimiz, ziyaret ediyorsak daha yuksek puan aliyoruz. puanlamanin pozitif diyebilecegimiz yonu ise puanlamada kullanilan etkenler ve agirliklari biliniyor. insanlar hayatlarini yuksek puan alabilecekleri sekilde degistirirlerse (internetin hayatimizi etkilemesi mi demistik?) daha yuksek puanlar alabilirler. bu tur puanlamalarin diger ulkelerde yayginlasip yayginlasmayacagi soru isareti, hangi devlet kendi dusuncelerine paralel olan insanlari kendi bunyasinde calistirmak istemez ki? abd yakinda patriot score cikartip vatanseverleri ise almaya yonelebilir veya turkiye anti-feto puanlamasi cikartip feto'yu en az destekleyenleri memur kadrolarina alabilir.

    bireysel olarak bu sistemde yapabilecegimiz cok fazla sey bulunmuyor. daha iyi korunan urunlere yonelip verilerimizin istemedigimiz ellere dusmesini zorlastirabiliriz.

    sirketlerin guvenlik ve gizlilikle ilgili attiklari adimlarin cogunun arkasinda devlet mevzuatlarinin dayatmalari bulunuyor. cogu teknoloji sirketinin bulundugu abd'de sirketlerin lobi faaliyetleri sayesinde kisitlamalar gevsekken lobilerin daha az etkili oldugu avrupa birliginde mevzuatlar sirketleri kisitliyor. avrupa birliginde 2018 yili icinde yururluge girecek olan general data protection regulation (gdpr) sirketlere kisisel verilerin korunumu ile ilgili kisitlamalar getiriyor. sirketlerden gelen taleplerle tasari asamasinda yapilan 3000'den fazla degisiklik basvurusu ile avrupa birligi tarihinde en cok degistirilmek istenen yasa tasarisi unvanini elinde bulunduruyor. ne kadar cok yeri rahatsiz ettigi degisiklik talep sayisi ile gorulebilir. lobi faaliyetlerinin basarisiz olmasi sayesinde bu basvurulardan pek cogu reddedildi. yururluge girmesi ile beraber avrupa birligi vatandaslarinin verilerini isleyen butun sirketler gdpr'a tabi olacak ve gerekli onlemleri almak durumunda kalacak. ulkemizde ise gdpr'a paralel hazirlanan kisisel verilerin korunmasi kanunu 7 ekim 2016 tarihinden itibaren hayatimizda. bu kapsamda turkiye vatandaslarinin verilerini kullanan sirketler verilerimizi belirli standartlarda saklamak/islemek durumunda.

    veri sizintilarinda uygulanacak yaptirimlar sebebiyle sirketler olasi sizintilara karsi toplayacaklari veriler konusunda daha secici olmaya baslayabilirler, en azindan umit o yonde.

    kaynak: cesitli internet siteleri olmakla beraber cerceveyi the inquiry belirlemistir.

  • sektör = mobilya

    mağazada öyle boş boş takılıyoruz. girip fiyat soran bile yok.
    arada bloomberg'i açıyorum. pariteye bakıyorum.
    film açayım dedim heyecan vermiyor. pariteyi izlemesi daha heyecanlı resmen.

  • gerçekten bu düzenin değişmesini istiyorsak her birimiz gücümüz ölçüsünde elimizi taşın altına sokmalıyız. örneğin bu teklif yapıldığında kabul etmeli, 1 ay çalışıp parayı alıp hemen ardından hem "asgari ücretin altında çalışma", hem "sigortasız çalışma" şikayetiyle iş mahkemesine gidersek yiyeceği ceza bir kişiyi gerçek ücretlerle çalışmasından fazlaya mal olacaktır. her gün 3-5imiz bunu yapsak hiçbir firma buna cesaret edemez. ancak aksiyon almadığımız için bunu yapmaya devam edecekler.

  • her zerresiyle ahlaki bir çöküş yaşayan ülkem.

    bugün sabah uyandım. önce markete fırına uğradım. marketten üzerinde indirimli etiket olan bir kaç ürün almıştım. yolda fişi incelerken indirimli değil normal fiyattan geçtiğini farkettim. kendimde dönüp hesap soracak gücü bulamadım. içimden sövdüm eve yürümeye devam ettim.

    yürürken aracımı park ettiğim sokaktan geçiyordum. biraz dikkatli bakınca dün gece yine birinin şoför kapısı ve arka kapıya boydan boya sürttüğünü gördüm. aracı yaklaşık 5 ay önce aldım. bu sanırım 4. ya da 5. kez kapı önünde aracıma hasar veriliyor. hatta bir tanesi bayağı kapıyı göçertmiş. hepsi benim görmediğim muhtemelen gece saatlerinde oldu. aracın ön tarafında cep telefonumun yer aldığı bir görsel var. 5 kere ya 5 kere oldu benim bir kere bile telefonum çalmadı. bir allahım kul aracınıza hasar verdim gelin bakalım demedi. herkes mi kötü arkadaş herkes mı ahlaksız? bu durum beni maddi hasardan bin kat daha fazla üzüyor. yaşama sevincimi elimden alıyor. ben artık nefes alamıyorum.

  • ali fuat cebesoy, hastalığı döneminde atatürk’le yaptıkları bir görüşmede atatürk’ün hitler’le ilgili şu değerlendirmede bulunduğunu anlatır:

    “fuad paşa, pek yakında dünya vaziyeti mütareke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. ikinci büyük bir harb karşısında kalacağız. dünyaya hâkim olan milletleri idare edenlerin arasında maatteessüf birinci derece devlet adamı çıkmıyor.

    (hitler’le mussolini’yi kastederek) avrupa’da birkaç maceraperest almanya ile italya’nın başında cebren bulunuyorlar. karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aczinden cüret alıyorlar.

    bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir... işte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler gelmesi mümkündür.”

    mustafa kemal atatürk

  • yunanistan'a sık gidip gelirim ve hatrı sayılır yunan arkadaş edindim bu dönemde. öncelikle güzel bir ülke. eğlenceli ve mutfağı güzel. tarihi yapıları gezmek de cabası.

    ancak son on yıldır ciddi anlamda bir türkiye düşmanlığı pompalanıyor. hatta bir yunan arkadaşım bana “sizin niye hep gündeminizde yunanistan var?” diye bir soru sormuştu. ben de yok ki deyince çok şaşırmıştı. ama onların gündeminde hep türkiye var ve gazeteleri sürekli erdoğan'ın ağzından bir şeyler yazıyor. üstelik ege bölgesindeki komutanların isimlerine kadar haberlerinde türkiye'ye yer veriyorlar. hal böyle olunca ortalama bir yunan türk nefretiyle günlerini geçiriyor. başka bir yunan arkadaşım bana siz faşistsiniz demişti. üstelik istanbul'da rum müzikleri çalan bir meyhanedeydik. ona atina'da kaç tane türk meyhanesi ya da restoranı var diye sormuştum. cevabı “niye olsun orası yunanistan” dedi. “peki burda üç günde sen en az 5 tane böyle rum müzikleri çalan yere geldin, sence kim faşist” dediğimde cevapsız kalmıştı. üstelik sonradan “yunanistan'a taşısana, ama atina'ya gel. diğer şehirlerde sıkıntı yaşarsın türk olduğun için” demişti. ben de “istersen sen buraya gel. yunan olduğun için sıkıntı yaşamayı bırak herkes yardımcı olur sana. hatta istediğin şehre de gidebilirsin” demiştim.
    yani son zamanlardaki türk düşmanlığı pompalaması eğitimli yunanları bile etkiledi. umarım geçici konjontürel bir durumdur bu. yoksa durum hiç iyi noktalara gitmiyor

  • malum sitede türkiye'nin en çok satan elektrikli aracı olan renault zoe'ye bakıyoruz.

    - 22kw olanları ortalama 500 bin tl.
    - ilan açıklamasında ortalama yazın 130 km kışın 100 km menzili olduğunu iddia ediyorlar.
    - yani ben 500 bin tl saydığım ikinci el araç ile türkiye'nin en büyük 3. ili olan izmir'den, türkiye'nin en çok tercih edilen fethiye'ye denize gitmeye kalksam aracı ortalama 4 defa şarj etmek zorunda kalacağım.
    - çok iyi olasılıkla fabrika verisi olan hızlı şarj 65 dk da tamamlanıyor. yine çok iyi ihtimalle istasyona gir çık kabloyu topla derken 380km 70x4=4,6 saat sadece şarj ile sürüneceğim.
    - yol ise 4 saat sürüyor varsayalım. ortalama 8-9 saatte fethiye'ye varırsınız.
    - ya ben araç ile buca'dan aliağa'daki arkadaşıma tek şarj ile gidemeyeceksem yerim öyle elektrikli aracı.

    ayrıca #151497624

  • akp imam hatip dayatması ve özel okul teşviki ile havuç ve sopayı öyle güzel kullandı ki laik kesim bir kere bile “bir dakka lan anayasal olarak ücretsiz ve şeriatsız eğitim hakkımız var bizim” demedi.

    sistemin dışına itilmeyi ayrıcalık zannetti. şimdi cizye gibi laiklik vergisi ödüyor.

  • en az bir hafta tartışması yapılacak açıklamalardır.

    söylediği sözlerde islami açıdan hiç bir şey yok. doğru söylüyor, islam budur. beğenmiyorsan inanma, erdoğan'a niye kızıyorsun.

    benim kanaatime göre hem türk hem müslüman olamaz insan, o nedenle islam'ı hayatımdan çıkardım. kafam rahat.

  • henüz banka hesapları ve araçlarını da beyan etmemiş kişinin malvarlığından bir kesittir...

    bir de miras demiş, lan 9 kardeşsiniz anne bana her şeyi sana mı bıraktı? ayrıca onların işi neydi yahu, elon musk mı baban?

    bakın bu adam rte'ye öyle yakın biri değil hatta zamanında ona sallamış birisi...
    kıçı kırık bir belediyenin de başkanı ama yaptığı servete bakar mısınız?

    düşünün tepedekilerin neleri var? nasıl akıl almaz paralar bunlar...
    işte fakir ülkelerde halk açlıkla sınanırken, yönetenler dünyanın en zengini bu şekilde oluyorlar...